28 Ekim 2014 Salı

ÖMÜR BOYU SÜRECEK - SABRINA JEFFRIES


Sevgili dostlar harika bir kitap ile sizlerleyim. Açıkçası başlangıçta bu kadar zevkle okuyacağımı kestirememiştim zira "Kraliyet Kardeşleri" serisinin son kitabı olan bu kitap beni kendine bağladı ve bir solukta okudum diyebilirim. Diğer kardeşlerin maceralarını hatırlıyorsunuz okurken. Tanıdık bir his sizi sarmalıyor.

Yazarımız Sabrina Jeffries kalemini ve tarzını zaten çok sevdiğim bir yazar. Zeka pırıltıları ile dolu aşk romanlarını İngiliz aristokrasisi ile harmanlayıp muhteşem bir lezzet sunuyor okurlarına denilebilir. Evet evet bu hiç de yanlış bir tanımlama olmadı, aynen öyle yapıyor. Zaten oldum olası ingiliz tarihi romanlarına bayılıyorum.

Lordlar, Ladyler, Markiler, Markizler, Kontlar, Kontesler ve daha bir sürü süslü püslü unvan. Birbirleriyle olan sahte ilişkileri, eşleri ve metresleri, hizmetçilerine olan tutumları gerçekten çok ilginç geliyor. Bizim kültürümüzle uzaktan yakından ilgisi olmayan bu topluluğu anlatan kitapları müthiş bir haz ile okuduğumu söylemeden geçemeyeceğim. 

Aslında kitap iki ana karakter üzerine kurulu. İflah olmaz çapkın ve kumarbaz Gavin Byrne ve Haversham Markizi Lady Christabel. Diğer karakterlerin hepsi yan karakterler ve birer parça renk katmışlar hepsi bu. İki karakterle yazar harikalar yaratmış. Gerçekten tebrik etmek istiyorum. Tek bir dakikasında sıkılma ve kendini tekrar etme gibi bir durum yok. Veya konuyu çok uzatmış canım demiyorsunuz. Her şey dozajında ve yerli yerinde kullanılmış. 

Bu arada Vist diye bir iskambil oyunu olduğunu bu güne kadar hiç duymamış olan ben bu kitap sayesinde böyle bir bilgi sahibi oldum diyebilirim. İnsanlar oynuyorlar ve müthiş bir hırs ile oynuyorlar. Gerçekten hoştu.

Lady Christabel çok sert bir kadın. Hatta önceden evli olduğu dönemlerde kocasının kumar borcunu hatırlatmak için eve gelen Gavin'e silah çekmiş bir kadın. Gavin ise iç dünyasında pırıl pırıl bir insan olsa da dışarıya karşı bir pislik gibi davranıyor. Çünkü kralın piçi olarak tanınıyor ve annesinin aşağılanmasına tanıklık etmek zorunda kalıyor.

İkili arasında geçen atışmalar çok güzeldi. Bir kadın ve bir erkek başa baş çekişirse ne olur? Harika diyaloglar ortaya çıkar. Bu arada kitap bayağı erotik sayfalar da içeriyor söylemeden edemeyeceğim. Ama erotizmi 1800'lü yıllarda öylesine doğal ve tabiri caizse saf yaşıyorlarmış ki çok tatlılardı cidden ya...

Christable'nin Gavin'in annesiyle yaptığı konuşma çok ama çok duygusaldı. İki kadın tek bir erkeği seviyor ve hayatlarının odak noktası haline getiriyorlarsa zaten orada bir duygu patlaması olması kaçınılmaz  ama Gavin'in annesinin durumunda bu daha da anlam kazanıyor. Kısacası alın, okuyun, okutturun, tavsiye edin gönül rahatlığıyla.

Herkese Keyifli Okumalar...

25 Ekim 2014 Cumartesi

MİLYONLUK KİRLİ SIR - C. L. PARKER


Milyonluk Kirli Sır adını sonuna kadar hak eden gerçek bir erotik roman. Açıkçası konusundan dolayı erotik olacağını bilsem de böylesini ben de beklemiyordum.

Eğer tür olarak erotik roman seviyorsanız kendisi hiç düşünmeden almanız gereken bir kitap. Zira bolca ve fazlasıyla cüretkar sahneleri mevcut. Zaten daha kitabın ilk sayfasında neyin ne olduğunu tüm çıplaklığıyla anlıyor, ona göre okuyorsunuz.

Hikaye erotik roman olarak pazarlansa da sevişme sahnelerini içinden çıkarırsanız geriye kalan tek şey zengin adamla fakir kız hikayesinden ibaret. Noah zengin üstü zengin bir centilmen ve para karşılığı bir ilişki yaşamaya hiç ihtiyacı olmayacak kadar yakışıklı bir tip. Esas kızsa annesinin hastalığı yüzünden bedenini satmak zorunda kalmış genç ve güzel bir bakire.

İşler tam da bu noktada benim açımdan inanılmaz saçma bir hal alıyor. O kadar zengin ve yakışıklı bir adamın kapısında sıra sıra kadınlar kendi rızalarıyla dizilir. Yani Noah'ın modern köle pazarı olarak adlandırabilecek bir yerde ne işi olduğuna dair hiçbir mantıklı sebebimiz yok.

İkinci saçmalıkta şu. Fahişelik öyle zengin, kibar, görgülü, yakışıklı, düşünceli bir adamın sizinle sevişip, aşık olması demek değildir. Böyle bir kitabı okuyup sosyal mesaj alacak insan yoktur ama yine de fahişeliğin bu kadar toz pembe gösterilmesi bana itici geldi.

Kız bir şekilde zorunda kaldığı için en azından kendi içinde tutarlı ama Noah denen adam tutarsızlıkta zirveyi yapmış durumda. Birini mal gibi satın alıp, hayvan gibi kullanacak kapasitedeki bir adam üç gün sonra o mal muamelesi ettiği kadına aşık falan olamaz. Geçmişini araştırıp vicdan falan  yapamaz, masal bile denilemez böylesine.

Kısaca erotik roman olarak okunabilir olsa da benim gibi aşk romanı olsun, hadi en fazla erotizm içeriği yüksek aşk romanı olsun diyenler için kitabın pek bir cazibesi yok. Zaten olaylar genelde yatakta geçiyor ve pek fazla bir aksiyon yok. Aralarındaki aşkın nasıl geliştiğini bile anlamak mümkün değil. Zira biriyle sadece seviştiğin için aşık olabilsen onun adına aşk demezlerdi.

Kitabın en olumlu ve benim için durumu bir nebze olsun keyifli kılan tarafı Noah'ın ağzından yazılmış bölümlerdi. Uzun uzun düşüncelerini, hislerini okumak erkek karakterin kesinlikle kitaplarda en sevdiğim şeylerin başında geliyor. Ayrıca belirtmeden geçmek istemediğim diğer bir hususta kitap kapakları. Hem yurtiçi hem yurtdışı kapakları birbirinden güzel.

Yalnız resmen bahtıma küsmüş durumdayım zira sonu olmayan kitapları üçlemeyi başarabildim. Bu kitabın da elbette bir sonu yok. İkinci kitabı okur muyum? Bu şimdilik cevapsız bir soru.

Herkese Keyifli Okumalar.



24 Ekim 2014 Cuma

20. Yüzyılın En Önemli Sanatçılarından Marcel Broodthaers'ın Sergisi Akbank Sanat'ta!


Belçikalı şair, heykeltraş, film yapımcısı ve sanatçı Marcel Broodthaers’ın işlerinin sergilendiği  Sözcükler, Nesneler, Kavramlar sergisi Akbank Sanat’ta açıldı.

20.yüzyılın en önemli sanatçılarından olan Broodthaers, 40 yaşına kadar sadece şiir ile ilgilenmiştir, satmayan  Pense-Bête şiir kitabının 50 kopyasını alçıyla kaplayarak okunamaz hale getirmiş ve kitabıyla aynı adı taşıyan Pense-Bête (Anımsatıcı) başlıklı ilk sanatsal eserini üretmiştir. Aynı sene, 1964’te; ilk sergisinin kataloğuna şöyle yazmıştır:  “Ben de bir şeyler satıp hayatta başarılı olamaz mıyım, diye düşündüm. Ne vakittir işe yarar, beş para eder bir tek şey yapmamıştım. 40 yaşına gelmiştim ... Ve nihayet aklıma, sahte, samimiyetten uzak bir şey icat etme fikri geldi; hemen işe koyuldum. Üç ay sonra, ortaya çıkan ürünü Galerie St Laurent’in sahibi Philippe Edouard Toussaint’e gösterdim. “İyi de, bu sanat” dedi Toussaint, “ve onu seve seve sergilerim”. “Anlaştık” dedim. Satılan bir eser olursa, Toussaint paranın %30’unu alacaktı. Öyle anlaşılıyor ki bu, standart anlaşma şartlarından biri; %75 alan galeriler bile var. Peki eser nedir, diye sorarsanız: Aslına bakılırsa, nesneler.” 

Marcel Broodthaers’ın  ilk sanat objesi Pense-Bête (Anımsatıcı)’i Akbank Sanat’ta görmeniz mümkün. Kavramsal sanatın en önemli isimlerinden olan Broodthaers, eserlerinde; yazılı dil kullanımı ve kelime oyunlarına sıklıkla yer vermiştir. Belçikalı sanatçı René Magritte ve Fransız şair Stéphane Mallarmé etkisi eserlerinde açıkça hissedilmektedir.

Belçika’nın popüler bir yemeği olan midyeler, yumurta kabukları, süt şişeleri gibi gündelik objelere yeni bir bakış açısı kazandırmıştır. 289 yumurtadan oluşan 289 Oeufs, 20x13=260, 2x14=28, +1=1, = 289 Oeufs.

Müze, eser, sanatçı ve seyircisi arasındaki ilişkiyi irdeleyen birçok eser vermiş ve bu ilişkiyi derinlemesine sorgulamıştır. 1968 senesinde Brüksel’de kendi evinde, kavramsal bir müze olan Musée d'Art Moderne, Départment des Aigles (Modern Sanat Müzesi, Kartallar Bölümü)’i kurmuş, davetiyeler bastırıp açılış yapmıştır. Eser röprodüksiyonları, eser kutuları, kartpostallar, duvar yazılarının sergilendiği müzeye; 1968-1971 arasında farklı mekanlarda farklı bölümler de eklemiştir. Müzenin herhangi bir koleksiyonu yoktur, belirli bir lokasyonu yoktur.Eserleri, MOMA_New York, TATE Modern_Londra, Stedelijk Van Abbemuseum_ Eindhoven, Centre Pompidou _  Paris and MACBA_Barselona koleksiyonlarında yer almaktadır.

Sergi hakkında daha detaylı bilgi almak için www.akbanksanat.com sayfasını ziyaret edebilirsiniz.

Bir boomads advertorial içeriğidir.






23 Ekim 2014 Perşembe

AŞKA VAR MISIN? (EVERSEA) - NATASHA BOYD



Güzel kitapları okumakta geç kaldığım için kendimi tokatlamak istediğim anlar oluyor. Evet Aşka Var Mısın da bende bu hissi yaratan kitaplardan biri.

Esasen hikayemiz oldukça klişe. Hollywood yaşamından bunalmış, ilgiden sıkılmış bildiğin tükenmişlik sendromuna girmiş bir film yıldızının gözden uzak küçük bir yere kaçması ve burada hayatının aşkını bulması hikayesi defalarca işlenmiş, neredeyse içi boşaltılmış bir konu.

Bu noktada söylemem gereken şu ki klasik ve klişe arasında farkı yaratan tek şey konunun nasıl işlendiği. Bu kitaba klasik olacak nitelikte diyemem ama tamamen klişeden de ibaret değil. Diyaloglar ve karakterler çok eğlenceli.

Kitabın üstüne kurulduğu hikayeden de belli olacak şekilde Jack tanrısal bir yakışıklılığa sahip, insana diz çöküp tövbe ettirecek kadar çekici, dağlardan daha büyük karizmasının farkında ve bunları kullanmaktan zerre çekinmiyor.

Kitapta hoşuma giden bir kaç unsur var bunlardan bahsetmek gerekirse karakterlerin duyguları inanılmaz iyi yansıtılmıştı. Keri Ann'in bütün iç sesiyle konuşmaları, düşünceleri, fikirleri Tarkan'ın ya da Kıvanç Tatlıtuğ'un yanında olsanız hissedeceklerinizi özet geçer halde. O ilgiyle karışık hayranlık ve kendini koruma güdüsüyle iç içe geçen gurur. Bütün bu hisler inanılmaz doğal ve sonuna kadar okuyucuya geçiyor.

Yan karakterler çok eğlenceli özellikle Keri Ann'in en yakın arkadaşı ve abisiyle diyalogları beni gülümsetti. Şaşırtıcı olsa da  kitabı gerçekten çok sevdim. Benim için tek eksik Jack'in ağzından hiç bölüm okuyamayışımızdı. Kitabın sadece son bölümü Jack'in açısından yazılmış ama onu da yeterli bulamadım çünkü her şeyinden vazgeçmek isteyen, her şeyi yakıp gitmek isteyen bir adamın kahredici çaresizliğini göremedim. Kendisinin daha çok kaderini kabullenmiş kurbanlık koyun gibi bir pasifliği vardı.

Gerçi kitabın sonunda gördük ki Jack biraz saf. Türk filmlerinde bile kullanılamayacak kadar bayat olan o yalana inanmak için insanın cidden saf olması gerekiyor çünkü. Gerçi travmaları falan olduğundan mazur görüyorum hassaslığını. Bazen merak etmiyor da değilim nedir bu edebiyat dünyasının istisnasız her kitapta karşımıza çıkardığı yaralı adam sendromu? Travmasız insanlara aşık olmak mahkeme kararıyla falan yasaklanmış olmalı.

Aslında kitabı okurken içimde tuhaf bir hüzün yok değildi. Bu hikayenin sonunu yazar belirleyecek olsa da gerçekte böyle bir hikayenin sonu hiç tereddüte yer bırakmayacak kadar nettir. Bu yüzden bu kitap için modern bir peri masalı demek hiçte yanlış olmaz. Başka türlü Jack'in hayat tarzında bir insan sıradan birinin evine, hayatına, kalbine, şehrine sığamaz.

Üst üste başıma gelmesi entresan olan şey şu ki bu kitabın da sonu yok. Jack'in ağzından bütün gemileri yaktığı, köprüleri yıktığı bir bölüm okuyup öylece ortada kalıveriyoruz. Kitabın kapağını kapattığınız anda ikinci kitap arzusuyla deliye dönüyorsunuz. Zaten ikinci kitabın adı bu arzuyu daha da güçlendirecek cinsten. Forever Jack. Resmen kitap adıyla spoiler vermemişler mi? Bu yüzden kendinizi hazırlayın derim, beklemek çok mu çok zor olacak gibi.

Herkese Keyifli Okumalar...


21 Ekim 2014 Salı

ÇİRKİN GÜZEL - ASLIHAN AKAGÖZ


Uzunn bir aradan sonra tekrar merhaba. Soğuk algınlığı ve gribin pençesinde kıvranırken blog'u ihmal etmiş olsam da şimdi yeniden karşınızdayım.

Bugün size bahsedeceğim kitap türk yazınına ait. Son dönemlerle bir çok blog'un hakkında yazıp çizdiği bir kitap. Çirkin Güzel.

Hikaye bir çok yönden bilindik. Bakımsız kadın, zalim koca ve olaylar, olaylar. Peki kitap hakkında ne mi düşünüyorum? Kendimde çok şaşkınım ama sevdim!

Rahatsız eden küçük detaylar, göze çarpan yerleşik zihniyet problemleri okduğum bütün türk yazınında olduğu gibi bunda da vardı ama Çirkin Güzel yazım dili, üslubu ve çoklu olay örgüsüyle bir şekilde kendini sevdirmeyi başardı.

Mümkün olduğunda spoiler vermeden ilerlemek istesem de içerikten ve olaylardan birazcık bahsetmek zorundayım. Asıl karakterlerimiz Çağrı ve Melike yeni evli sayılabilecek genç bir çift. Her zaman ki gibi erkek karakter tapılacak kadar yakışıklı, ilahi bir güç tarafından kutsanmışcasına fit. Melike hanım kızımız da sütün bacaklı, mermer tenli, zarif kıvrımlarıyla göz kamaştıran bir kadın DEĞİL.

Henüz ilk sayfadan Melike'nin yediğiyle içtiğiyle uğraşan öküz ötesi bir kocayla ve hayatı boşvermiş babasının prensesi olmak dışında hiçbir sıfatı olmayan Melike'yle başbaşa kalıyoruz.  Benim gibi şok olmayın diye söylemek istiyorum Çağrı'nın ne affedilir ne de yenilir yutulur tarafı yok. Yaptıkları, söyledikleri ve tavırlarıyla kendisi berbat biri.

Kitabın başında öyle şeyler oldu ki kitabın neredeyse sonuna kadar adamı affedemedim. Nedendir bilmem aklıma hep Türkan Şoray'la Kadir İnanır'ın efsanevi filmi geldi. Selvi Boylum Al Yazmalım. Çağrı'nın saf hainliği ve düşmanlığı o meşhur sözleri hatırlattı bana. Sevgi neydi? Sevgi emekti.

Çağrı mutlu bir sonu hak etmedi.

Tabii sonra sonra Çağrı'nın da travmalı adam, yaralı adam sendromlarından müzdarip olduğunu anladığımızda ister istemez üzülmeden edemedim. Hiçbir insan öyle şeyler yaşamayı hak etmez ve tabii ki psikolojisi dağılır. Hafifletici sebepten gözümde yırttı kendisi :)

Son olarak eklemek istediğim iki şey daha var. İlk olarak kitapta efsanevi yan karakterler var. Normalde hikayenin dağılmasını yan karakterlerin o kadar ön plana çıkmasını sevmem ama Sinem'i ve başından geçenleri okumak çok keyifliydi. O kadar keyifliydi ki Sinem'in ayrı bir kitabı hak ettiğini düşünmeden edemedim. İkincisiyse kitabın bir sonu yok. Şok olmayın sonra benim gibi öyle bir yerde bitiyor ki mutlu veya mutsuz son ikisi içinde ikinci kitaba muhtacız.

Herkese Keyifli Okumalar...

2 Ekim 2014 Perşembe

KUTSAL BÜYÜ (DIVINE BY CHOICE) - P.C. CAST


P.C Cast'ın en sevdiğim yazarlar arasında olduğunu herkes bilir. Aslında Kutsal Aşk'tan sadece bir kaç ay sonra bir devam kitabı olan Kutsal Büyü'nün çıkması beni şaşırttı. Herkesin bildiği gibi serilerin çeviri hızı genel de insan ömrünün kat be kat üzerinde.

Tabii kitabın haberini aldığım gibi siparişini verip, sabırla beklemeye başladım. Pegasus yayınlarının genel tarzıyla, parlaklı kabartmalı çok güzel bir kapak beni karşıladı. Bu noktada kitaptan tek bir şikayetim olduğunu belirtmek zorundayım ki o da yazı puntosunun çok küçük olması. Okumakta zorluk yaratıyor ve insanın azıcık başını ağrıtıyor.

Kitabın konusuna gelirsek ClanFintan'ın bir üst versiyonuyla tanışıyoruz. Olayın özü budur. Spoiler vermeden nasıl anlatacağımı bilemesem de genel olarak bahsedersek; Shannon'un bir dizi karanlık büyü ve sapkın ayin sonucunda modern dünyaya döndüğünü ve ClanFintan'ın modernize edilmiş bir üst hali olan eski savaş pilotu Clint Freeman'la karşılaşmasını konu aldığını söyleyebiliriz.

İtiraf ediyorum ClanFintan'dan kopunca sıradan bir Clint'i asla sevemeyeceğimi düşünmüş ve bütün kitap tatsız geçecek diye korkmuştum. Oysa Clint ClanFintan'ı hiç aratmadığı gibi yaptığı türlü çeşit kahramanlıkla gönlümü kazandı. Üstelik modern zamana dönmüş olmalarının kitabın seyri açısından hiçbir değişikliği olmadı zira Clint Freeman'da aynı ClanFintan gibi sihirli yeteneklere sahip bir şaman.

Kitabın en ilginç kısmı Rhiannon'un geçmişini öğrenmek oldu. Doğrusu insan ona acımadan edemiyor ve küçükte olsa bir burukluk hissediyor. Hiç kimse kötü doğmaz, bu fazlasıyla net. Modern dünyada olmanın bir avantajı daha Shannon'un babasını tanıyabilmek oldu. Parholon'da ölmüş olsada 21. yüzyılda gayet canlı olan babasını bulmak ve herşeyi açıklamak Shannon'a da iyi geldi.

Kitabın sonuna gelirsek, ne demek istediğimi sadece okuyanlar anlayacaktır. Kitabın sonu başka türlü bitemezdi. Kimi seçeceği başından beri belliydi ama bu resmen içimde bir şeylerin ufalanmasına engel olmadı. Kimi seçersen seç pişman olacağın, arkanda bıraktığını arayacağın seçimlerdendi ve Şaman'ın Kıymetlisi'nin seçeceği kişi başından beri belliydi. Bu yüzden diğer taraf için umutları tüketmek olabilecek tek seçenekti.

Herkese Keyifli Okumalar...
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...